11 Nisan 2009 Cumartesi

Ne Geçecek Elime?

Gecenin durgunluğunda dikilip duruyorum ortalık yerde. Duyuyorum kendini sürekli tekrarlayaın aynı tınıyı heryerde. Ardarda birbirini kovalayan notalarla oluşan bu ritmin neresindeyim şu anda peki, nerede olmalıydım gerçekte? Bir iki üç derken nerede durmalıyıdım alkol tüketiminde? Duramadım işte şimdi, aklımda binlerce dünyevi işlem formül formalite.

Anlaşılması gereken o kadar çok şey var ki, bazen bütün bir yaşamın yetmeyeceğini düşünüyorum. Sonra da şu soru gelmiyor mu akla: "Peki bu kadar çok şeyi anlamaya gerek var mı gerçekten?". Tamam, birçok şeyi biliyorum kavramışım ve artık yaşım ilerlemiş diyelim; o zaman ne olacak, ne geçecek elime? İşte tam da bu nokta da demeliyim ki elime hiçbirşey geçmese de içimdeki çocuğun merak edip durduğu şeylere anlam kazandırmış olacağım. Hem illa da elime birşey mi geçmesi lazım sanki. "Neden varız?", "Neden insanız da -mesela- köpek değiliz?", "Var olmasak acaba ne olurdu?" diye düşünen bir çocuğun 15 sene sonraki hali olarak kendimi hiçte boşa kürek çekiyor gibi görmüyorum.

Bazen yaşadığım hayata bakarak çok yanlış yönlendirdiğimi düşünürken bazende iyi ki böyle diyorum. Buna karşın aslında bu gibi yargılar, ufak detayların göz önünde bulundurulması sonucu oluyor. Hayatım şu anda ben istesemde istemesemde çok iyi gidiyor ve tek yapmam gereken buna adam gibi yol göstermek. İyi yolda mesela 20 sene gidince ne olacak derseniz sanırım epey okumuş, olmak istediğim yerde olan bir adam olacağım. Ve işte kritik soru: "Bir işe yarayacak mı, hele ki Türkiye'de?". Evet! Hangi ülkede olursa olsun işe yarar. Öğrendikçe doğaya dönmek ister insan, her ne kadar şehirde büyümüş biri olarak bazı şeylerden kopamasa da. Ve aslında hiç düşlemiyor değilim yemyeşil ovalarda at koşturup gece yurd çadırıma dönmeyi.

4 yorum:

GarajımdakiEjderha dedi ki...

Bilmenin mutluluğu :)

Bu arada sitemde senin bloguna link paylaşımı yaptım, haberin olsun :)

Mustafa Özkan dedi ki...

Teşekkür ederim :) Aslında bende uzun zamandır seni eklemeyi düşünüyordum fakat her seferinde birşey çıktı yapamadım. Bu geniş zamanımda ekleyeyim ;)

Arif dedi ki...

Bazen anlatmak istenenleri doğru kelimelerle ve düzgün bir şekilde aktarmak güç olabilir, bu durumda ben etkilendiğim yazarlardan, kitaplardan alıntı yapmayı tercih ederim. Yazdıklarını okurken ve kendi içimde de değerlendirirken aklıma bir zamanlar okuduğum bir kitapta yazanlar geldi. Şöyle bir toparlamak gerekirse:

"İnsana yaşamak öylesine tuhaf gelir ki felsefi sorular da kendiliğinden oluşur...Bir sihirbazın oyunlarını seyretmek de aynı şeydir. Gördüğümüzün nasıl mümkün olduğunu kavrayamayız. Sihirbaz iki beyaz ipek mendili yaşayan bir tavşana nasıl dönüştürebilir, diye sorarız.

Sihirbazın boş bir silindir şapkadan tavşan çıkarması nasıl anlaşılmaz bir şeyse, birçok insan için de dünya böyledir.

Sihirbazın tavşan oyununda yaptığının bir aldatmaca olduğu açıktır. Ama bunu nasıl yaptığını meydana çıkarmak isteriz.Ancak dünya üzerine konuştuğumuzda durum biraz farklıdır. Dünyanın aldatmaca olmadığını biliriz...Aslında şapkadan çıkan beyaz tavşan biziz. Bu beyaz tavşanla aramızdaki fark tavşanın sihirbazlık oyununun bir parçası olduğunu bilmemesidir.

Beyaz tavşanı belki de bütün evrenle karşılaştırmak daha iyi olur. Biz tavşanın tüylerinin en diplerinde oturan kımıl kımıl böcekler gibiyiz. Ama filozoflar büyük sihirbazın gözlerinin içine bakabilmek için tüylerin uçlarına tırmanmayı denerler...
Burda bahsedilen sihirbazın gözlerinin içine bakmak metaforunu çok seviyorum. Varoluşa ve doğaya ilişkin sorular soran kişinin tam olarak bunu yaptığını düşünüyorum ve hayat boyunca da o gözleri görmek için, var gücümle tüylerden yukarıya tırmanacağımı biliyorum.. Sanırım sen de buna niyetlisin...

Not: Bahsettiğim kitap Jostein Gaarder'in Sofinin Dünyası kitabı...

Mustafa Özkan dedi ki...

Bilmez miyim bu satırları :) Tavşanın tüylerine tırmanıp, bazı şeylerden haberdar olmayı ve sihirbazın gözlerinin içine bakmayı hedefliyorum. Elime bu geçecek işte, tamda bu..