22 Aralık 2008 Pazartesi

"Ermenilerden Özür Diliyoruz" Gündemi

Öncelikle her kaynakta ismi farklı bu kampanyanın. Bir yerde "Ermeni Özür Kampanyası" olarak geçerken bazı yerlerde "Ermenilerden Özür Diliyoruz" olarak geçiyor. Bende başlıkta bunlardan birini seçmek zorunda kaldım. Soykırım gibi bir bahis geçmesede konu hassas, isimler büyük ve kampanya hakkında düşüncelerim daha yeni yeni oturmaya başladı. Hemen konuya girmek istiyorum; kampanyaya destek vermiyorum. Peki neden desteklemiyorum?

O zamanda yaşamış kişiler olmayarak sadece tahminler üzerinden yorum yapmak durumundayız. 1910-1915 Anadolu'suna bakacak olursak açlık ve sefaletin, düzensizliğin, çetelerin ve savaş huzursuzluğunun kol gezdiği bir ortam görüyoruz. Tehcir Yasası çıkıyor ve Osmanlı topraklarındaki bütün Ermeniler -sanırım- Suriye'ye sürgüne gönderiliyorlar. Bu noktada soru şu: Gerekli miydi? Dönemin kaynaklarına bakılırsa Ermeni çeteleri köy basıp sivil Türk halkı katlettikleri görülüyor. Doğruluk payı bilinmemekle beraber olasılığı yüksek bir durum. Osmanlı topraklarının bölüşülmesi sırasında dış güçlerin başvurdukları bir durum çünkü. Burada bana yanlış gelen sadece o yöredeki Ermenilerin değilde bütün Ermenilerin göçe tabi tutulması. Yıllarca Türkler ve Ermeniler yanyana huzur içinde yaşıyorken birden böyle bir durum patlar veriyor (ya da verdiriliyor) ve örneğin Manisa'daki Ermeni dahi bu olaydan dolayı sürgüne gönderiliyor; bu yanlış. Kaldı ki birçok yerde Türklerin Ermeni vatandaşları evlerinde saklayarak göç etmemelerini sağladığını görüyoruz. Aslında burada dile getirilen şey çok önemli; Türk ile Ermeni zaten kardeşçe yaşıyor(du), Ermeni vatandaşlar bir Türk gibi mal mülk edinip önemli kademelere gelebiliyordu. Birçok Ermeni ailesi Türk ailelerinden kat kat zengindi de.

Tehcir yasası ile göçe tabi tutulan Ermeniler'in bir kısmı yollarda öldü. Bir kısmı -kesin kanıt olmamakla beraber- Ermeniler tarafından hainlikle suçlanarak öldürüldü. Bir kısmı -yine kesin kanıt olmamakla beraber- vardıkları yerde tutunamayıp açlıktan öldü. Ben burada bahsedilen tamamen masum Ermeniler için üzülüyorum ve keşke bu durum hiç olmasaydı diyorum. Buna karşılık özür dilemiyorum çünkü masum Türk vatandaşlarıda öldürüldü ve bugüne kadar hiçbir Ermeni'den "Keşke olmasaydı, üzgünüz, özür dileriz" gibi bir açıklama duymadım. Duymamış olmam duymayacağım anlamına gelmesede görünen o ki demeye niyetleri yok ve konu o kadar hassas ki hadi büyüklük bende kalsın diyemiyorum. Öldürülen Türk diplomatlar, ASALA terörü, Azerbaycan'ın işgali ve benzeri etkenler yüzünden önceliği ben almak istemiyorum. Son olarak tıpkı Kürt vatandaşların pkkya yandaş olmamasına rağmen karşıda görünmedikleri gibi Ermenilerinde ASALA gibi örgütlere aynı tutumu göstermiş olduklarından ötürü özür dileyen tarafın önce onlar olması gerektiği kanaatindeyim.

Devamı var aslında...>>

13 Aralık 2008 Cumartesi

Yine Ankara, Yine Otobüs

Bayramdan bir gün önceydi sanırım, Tandoğan'dan belediye otobüsüne bindim eve dönüyorum. Otobüs, otobüs demeye bin şahit isteyen nostaljik müze kaçkını Ikarus. Neyse önlerden kocaman bavullu bir kızın yanına oturdum. Belliydi tren garında ineceği, sanırım Ankara'da okuyan bir üniversiteliydi. Karşımda şişman bir adam, yanında eşi olduğu belli genç bir kadın oturuyordu. Belli belirsiz bir uğultu vardı otobüs içerisinde, konuşmalardan doğan. Ikarus otobüslere eğer binilecekse akşam binilmelidir. Zira kendini aydınlatmayan lambalarının oluşturduğu loş ışık insana yazma isteği verir. Ancak bu sefer yazma isteği veren loş ışık değil, otobüs şöförü oldu. Tren garında adam kıza dönüp "Gar burası" dedi, kız hazırlandı, kocaman bavulu zorlana zorlana indirdi ve gitti. Ben o kadar minyon birinin o bavulu nasıl indirdiğine şaşırırken şöför dönüp "Operadan döncez dimi?" dedi. Düşünün o andaki kafa karışıklığımı... Adam ikinci kez sorunca da bu sefer "Nasıl oluyorda adam bana yol soruyor?" diye şaşırdım. O ara "Yolu bilen var mı?" da dedi hatta. Baktım trafik açıldı, hıhı dedim kafamı salladım. Düşündükçe garipleşiyor olay zaten, bir belediye otobüsü şöförü yol soruyor. Hani durum belli, o sefere çıkması gereken adamın bir işi vardı heralde ki yolu az çok bilen bir başka şöför yerine geçmişti; ancak beni düşündüren önde kimse oturmuyor olsaydı durumun ne olacağı? Ankara, bunuda yaşattın bana hayatımda; yaşasın EGO!
Devamı var aslında...>>

12 Aralık 2008 Cuma

Always Rock!


Dün kayıtlardaki etiketleri düzenledim, ilkel bir kategorilendirme sistemi yaptım ve baktım ki mekanlar hakkında sadece bir yazı yazmışım. Kızılay'ın en iyi mekanına haksızlık etmemek, birazda son zamanlarda epey yazdığım rock yazılarına ara vermek adına bugün size Always Rock Bar tanıtımı yapmak istiyorum.

Always Rock Bar'a yaklaşık 2 sene önce gitmiştim ilk kez. O zamanlar adı Kaktüs Bar'dı hatta. Rock bar demek biraz zordu, iyi müzik çalıyordu ancak mekan tasarımı biraz garipti (daha sonra nedenini öğrendik). Gel zaman git zaman, Always Rock Bar'a ziyaretlerimiz arttı. Bunda biranın ucuz olması, açık ferah bir yer olması ve sakin bir ortama sahip olmasının yanı sıra mekan sahibi Mustafa Abi'nin cana yakın tavırlarıda etkili oldu. Birçok mekan sahibi müşteri toplamak için mekanda yapılan birtakım şeylere göz yumarken Mustafa Abi mekanın seviyesini hep bir noktanın üzerinde tutmaya çalışır. Bu sebepten bir bayan tek başına Always Rock Bar'a girip, içkisini (ya da çay kahvesini) içip hiçbir tatsız olayla karşılaşmadan mekandan ayrılabilir. Zaten Always Rock Bar'ı bu derece sağlam bir mekan yapan özelliklerden biriside kendine has bir seviyesinin olmasıdır.
Dağıttık konuyu iyice, ben kısaca mekanı tarif edeyim. Kapıdan girip küçük bir koridordan ilerliyorsunuz. Koridorun sonunda esas mekan sizi karşılıyor. Sol tarafat geride bar kısmı var, sağ taraftan saat yönünün tersine doğruda masalar dizili. En son tadilatta kırmızıya boyanan duvarları, içerdeki ruhu yansıtan dekorasyonuyla "ev" gibi bir rock bar. Koltukları masaları biraz eski tip ancak elinizde biranızla sinevizyona dalmışken umursamıyorsunuz. Ayrıca sinevizyonda var tabiki. Her gün belli bir saatten sonra (4-5 civarı diyebiliriz) sinevizyonda klip gösterimleri var. Her cuma günü ise rock müzik tarihinde önemli bir grubun gecesi düzenleniyor. Bu gecelerde grubun bir ya da iki konseri ve klipleri yayınlanıyor. Led Zeppelin, The Doors gibi grupların bazen filmleri-belgeselleride yayınlanıyor.
Mekanda daimi olarak 70'ler ve 80'ler müziği çalar. Hard rock ve heavy metalin seçkin gruplarının yanı sıra yine aynı dönemlerde çıkmış ancak müzik piyasasında adını duyuramamış gruplarında şarkılarına yer verilir. Örneğin Grim Reaper 3 albüm çıkarmış bir NWOBHM grubudur ama Always Rock haricinde pek bir yerde duyamazsınız. Yine Always Rock Bar'da dev grupların yeni albümlerinden şarkıları dinleyebilir, en son kliplerini izleyebilirsiniz.
Ankara'da satılan biralı suların aksine tamamen susuz bira satan Always Rock Bar'da bana göre fiyatlarda epey iyi: 50'lik 3, 70'lik 4, şişe biralar 3.5 ytl. Eğer bira hamallık ben vodka isterim derseniz 5 ytl, viski içelim bugün ağır havamdayım diyorsanız 8 ytl. Adreside verelim daha fazla heyecan yapmayın: İnkılap Caddesi, inkılap Apartmanı no 11 Kızılay/Ankara.
Facebooktan ulaşacaz diye tutturanlara: Facebook grup adresi

Devamı var aslında...>>

9 Aralık 2008 Salı

Manowar Üzerine

Fast Lane'de yaşamak için doğan insanlar. Evet bunu kendileri için diyorlar. Türkiye'deki insanlar darbeyle yaşamaya başlarken, onlar 80'de müzik kariyerlerine başladılar. Bakmayın 80 dediğime, onlar grubu kurdukları sıralarda zaten deneyimli müzisyenlerdi. Black Sabbath'ta teknisyenlik yapanı, yine aynı grubun alt grubunun gitaristi olanı, psychedelic rock grubunda vokal olanı vardı. Birde ilk bateristleri işi bıraktıktan sonra -ki adam Rods'ta bile çalıyordu- yanlarına aldıkları muslukçu... Bu dört adamın işi gücü Avrupa'yı sallamak, hayatın tadını çıkarırken gördükleri yanlışlara dem vurmak ve en önemlisi hayatla savaşmaktı. Manowar'a göre dünya bir savaş alanı, bizlerde bu savaş alanında savaşmakta olan askerleriz. Hayat her seferinde bizim karşımıza zorluklar çıkarır, üstesinden gelmek zorunda kaldığımız türlü numaralar yapar. Bu dört kişi bunun farkındalardı ve sözlerini bunun üzerine yazmaya başladılar. Neden sonra, müzik kavramını öğrendikleri insanların izinden gitmeyi seçtiler ve şarkılarını daha sembolik, daha ağır ve daha güçlü yapmaya başladılar. Kullandıkları esas malzeme Kuzey Mitolojisiydi. Valhalla, Thor, Odin, Warriors ve Battle onların en çok kullandıkları kelimelerdi; hatta bu yüzden bazı mikroorganizmalar tarafından alay konusu oldular. Halbuki müziği anlamaya çalışan herkes gördü ki adamlar düşüncelerini biraz sembolikleştirerek anlatıyor, tıpkı ortaçağın büyük yazarları gibi düşünceye dayalı sanat yapıyorlardı. Grubun basçısının "Aptal insanlar için kolay müzik yapmıyoruz biz." sözü herşeyi açıklayan, biraz sitemli biraz gururlu bir söz. Bazı elemanlar gruptan ayrıldı, yerlerine yenileri geldi; ancak onlar asla değişmediler. Müziklerini her albümde bir adım ileriye götürmelerine rağmen taa 80'de kafalarına koydukları yoldan bir santimetre sapmadılar. Gidenlerin birisi uzanamadığı ciğere mundar dedi, birisi dayanamadı geri döndü. Heavy metalin artık demode olduğu zamanda onlar cayır cayır bir albüm yaptılar ki gözardı edilemediler. Çünkü;

Onlar Metalin Kralları...
Devamı var aslında...>>

8 Aralık 2008 Pazartesi

Sadece Gitar ve Sen


Baby I was born to play music
I'm a man with the screaming guitar!

Metal Daze - Manowar
Avuçlarının içi terliyor. Karnında bir ağrı. Heyecandan herşeyi birbirine karıştırıyorsun. Dış dünyadan gelen gürültü umurunda değil çünkü o kadar dağılmışsın ki bir anlam veremiyorsun. Dizlerin titriyor. Sahne arkasından kalabalığa bakıyorsun, birazdan seni yuhlayacaklar ya da alkış yağmuruna tutacaklar. Emin olamıyorsun hangisi gerçekleşecek diye. 3-5 arkadaşına çaldığın günler gibi değil bu sefer; karşında senin her hareketini en ufak ayrıntısına kadar inceleyecek ve bir kusur gördüğünde bir daha yüzüne bakmayacak kadar acımasız olacak bir kalabalık var. Sonbahar esintisi bile yükselen ateşini düşüremiyor. Birden bir elin omzuna konup seni kendisine çevirdiğini görüyorsun. Ne genç ne yaşlı, ancak eskilerin adamı olduğu belli birini karşında görüyorsun. Üzerindeki koyu yeşil Alice In Chains tur tşörtü hafif solmuş. Dimdirek sana bakıp "Heyecanlı görünüyorsun." diyor, anlam veremediğin bir kahkaha patlatıyor ve bu sefer daha babacan bir ses tonunda şu monolog dökülüyor ağzından: Gitar saplantısı olan bir çocuk gibi davranma. Sahnede sadece sen ve gitar varsın. İnsanlara nasıl rock yapıldığını göster!

Devamı var aslında...>>

4 Aralık 2008 Perşembe

Rolling Rock

"Rock müzik"

Evet budur bizi hareketlendiren, başka bir dille anlaşmamızı sağlayan. "Hadi, sadece sen ve gitar"dan başlayıp "Hayatım bir rüzgara yazılmış"a kadar o kadar çok söz var ki rock müzik dahilinde, harekete geçmemek imkansız zaten. Rock müzik bir ateş. Damarlarınızda saatte 300 kilometre hızla giden bir alkol damlası. Bazense moralinizin en bozuk olduğu anda boğulan birini kurtaran bir el gibi yapışıyor yakanıza, çekip çıkarıyor o kada denizden. Bazen bir tren yolculuğunda hissettiriyor sizi, bazen motor üzerinde hız yaparken. Cümlelerin anlamlarını silikleştiririz genelde, ancak "Anlatılmaz yaşanır" söz rock müziğe yakışan bir söyleyiş.

Ses dalgaları, magnetik akımlar ve yükselticiler... Jimi Hendrix'e 70'lerdeki müzikle 40'lardaki müziğin farkını sorduklarında "Elektrik" yanıtını verir. Tek kelimelik bu yanıt 40-50 senelik rock-metal tarihine bir ışık tutmadır aslında. Bugün bir rock grubu kurmayı düşünen insanların akıllarına gelen ilk şeylerin tohumları 50'lerin sonunda, 60'ların başında atıldı. Zamanla gitarlar evrim geçirdi, ses sistemleri sanatçıların gerekleri doğrultusunda gelişti, sahne şovları çeşitlendi, yazılı ve görsel basın kendi içinde bir çağı kapatıp diğerini açtı. İmaj farkları doğdu, yer yer rock dinleyenler bile birbirlerini anlayamaz oldu, bu işten para koparmaya bakanların iştirakleri ile işler gitgide farklı boyutlara taşındı. Günümüzde rock müzikten, daha geniş olarak kaliteli müzikten anlayan insanların ortak düşüncesi 90'ların başında rock müziğin yavaş yavaş kaybolmaya başlaması. Bahsi geçen zamanda da birçok kaliteli grup vardı, kökleri 70'lere dayanan gruplarda henüz ölmemişlerdi; ancak arkadan gelenlerin "rock dışı" tavırları ve bunu müziklerine yansıtmaları müziği bitirdi.

Ne rock içidir, ne rock dışıdır; bu başka bir yazının konusu. Sakinler için Byrds - I Wasn't Born To Follow, hareketliler için Meat Loaf - You Took The Words Right Out Of My Mouth önererek yazıyı bitiriyorum. İyi günler!
Devamı var aslında...>>

3 Aralık 2008 Çarşamba

There's Life Even After Mid-Terms

Vizeler bitti sonunda. Genelde 60lu 70li notlarla atlattık ilk vizeleri ama açıkçası pek memnun olduğumu söyleyemem. Tabi üniversitenin kıdemlileri bu satırları okuduktan sonra bütün kara büyülerini gönderebilirler bana :) Şaka bir yana notlar başka insanlara iyi gelse de beni pek tatmin etmedi.

İlk sınav 9 Kasım'da İnkılap Tarihi'ndendi. Hayatımın en kötü tarih sınavı olmakla beraber birde derse gitmediğimizden sonucu öğrenememiştim. Daha sonra hoca okudu 68 almışım. Sevineyim mi üzüleyim mi bilemedim, daha kötü beklediğimden sevindim aslında ama 68 ne ya?..

Ertesi Salı Türk Dili sınavı vardı. Sınava 15 dakika kala biri soruları buldum diye ortaya çıktı, aldık soruları ezberledikte onlardan çıkmadı anasını satayım... Yinede kolay bir sınavdı, yaratıcı yazmadan 20 puanı çaktık. Tek teklediğim soru 5 kelimenin köken araştırmasıydı. Oradan 10 gitti, birde Türk dili ile ilgili bir köken sorusu vardı oradanda 10 gitti 80 aldım. Sınavın bomba olayı şiirin müziği nasıl oluşturulmuş sorusuna verdiğim "ş ve ç harfleriyle" cevabını bir iki arkadaşla paylaşmam ve akabininde arkamda oturan herkesin aynı cevabı yazması. Herkese 10 puan kazandırdım :D

17 Kasım günü kariyerimin ilk kimya sınavına girdim :P Valla Hasan Hocam sağolsun, alanındaki en gıcık soruları getirdi koydu önümüze. Bir sitrik asit formülü yazma sorusu vardı ki hesap makineleri hata veriyor... Dahası biz deliler gibi Bohr Atom Modeli'ne, Moseley Deneyi'ne falan çalışmışken adam Kütle Spektrofotometresi sordu en son soru olarak. Neyse çizdik yazdık formülleri falan verdik. Daha açıklanmadı ama 60lı birşey gelecek.

23 Kasım tarihli Matematik sınavına ilk iki sınavdan ağzım yandığı için eşek gibi çalıştım. Sanırım ders saatlerinden daha çok kütüphanedeydim. Lise sonda, dersanede falan öğrendiğim Mat 2 bir yana (Best Kırtasiyeye teşekkürler!) geçmiş senelerde çıkan sorular hayatımı kurtardı. Ehe muhtemelen 85-90 geliyor.

30 Kasım olacak kara gün gelip çattığında ben toplamda 5-6 saat çalışmıştım fiziğe. Matematik sınavı çook iyi geçtiğinden ve arada gitar aldığımdan saldık gitti sınavı. Yinede 80 falan alırım diyordum. Aptal bir şekilde kaçırdığım yay ve momentum sorusu, emin olamadığım eğik düzlemler ve şu bu derken hoca geldi ertesi gün okudu sınavı: 70... Sürünerek eve göndüm.

1 Aralık ve son sınav Bilgisayar. Kimya ağırlıklı bir bilgisayar eğitiminden geçiyoruz ve yanında programlamada veriyorlar. Öğrenci işleri sağolsun kendimi muaf sanıyordum, meğerse değilmişim ve ilk dersleri kaçırdım. Regresyonmuş, r kareymiş sınav günü öğrendik. Ama beklediğimden çok daha basit bir sınav geldi, algoritma sorusu olsun excel sorusu olsun garanti. Muhtemelen 90.

Tamam şimdiye kadar üzüldük, kızdık kendimize de buradan okul yönetimine seslenmek isterim; ey Ankara Üniversitesi anlıyorum pazar günü sınav yapmanızı ama şöyle 1-2 gibi yapsan ne olur? Öyle ki sanki hergün okula gidiyormuşuz gibi oluyor, gün kavramını kaybediyorum. Neyse, ilk sınavlar için kendime 100 üzerinden 65 verdim. Finallere çalışmaya şimdiden başlıyorum!
Devamı var aslında...>>