27 Mart 2009 Cuma

2009 Yerel Seçimleri Hakkında - 1 "Beni Temsil Eden Parti Yok"


Seçimler demokratik düzenin temelleridir. Herkesçe bilinen, herkesin o ve ya bu şekilde duyduğu ve katıldığı bu gerçek ne yazık ki iş başa düşünce unutuluyor.

Seçim dönemlerinde eş dost çevrelerinden duyduğumuz "Beni temsil eden parti yok" tümcesi artık o derece yaygınlaşmış ve ağızlara pelesenk olmuştur ki, daha büyük partilerin siyaset yelpazesinin neresinde olduklarından haberi bile olmayan insanların oy vermemek için tek sebebi olmuştur. Tamam, bazı insanlar sadece günümüz siyasetine değil genel olarak tarihte siyasete çok hakimdirler ve derin düşüncelerini temsil edecek parti bulamamaktadırlar; fakat onlar dahi, akıllarındaki siyasal düzene ulaşmak için "sıçrama taşları" olacak partilere oy vermektedirler. Bu sebepten oy vermemek ve bunun temelini beni temsil edecek parti yok düşüncesine bağdaştırmak sadece kaçmaktır.

Böyle düşünen insanların mantıklı olduğunu kabul edebilmem için öncelikle her partinin -sadece büyük olanların değil hepsinin- genel duruşundan haberdar, parti başkanlarının geçmişi hakkında genel bir bilgiye sahip ve en önemlisi kendi düşünceleri ile parti ya da partilerin savunduğu düşüncelerin fark ve benzerliklerini iyi süzmüş olması şarttır. Bu şartlar sağlandığı vakit hala oy vermek istemediğini belirten bir kişiye kimsenin karşı çıkamayacağını düşünüyorum. Kendinin böyle olduğunu sanan kişiler içinse söylenecek pek fazla birşey yok. Kendi görüşümden bahsetmem gerekirse de bugün bilimsel sosyalizmi savunan bir parti dahi varsa (EMEP - Emek Partisi), herkesin düşüncesi doğrultusunda bir parti vardır diyorum ben.

Tek dertleri okulda ortam yapmak olan, doğru dürüst bir tane bile siyasi içerikli kitap dergi okumamış, siyasi parti isimlerinin açılımlarını bile bilmeyen bir kişi çıkıp beni temsil edecek parti bulamıyorum diyorsa o zaman siyaset bilinci ve dolayısıyla demokrasi Türkiye Cumhuriyeti sınırlarında oturmamış demektir. Siyasetten az çok anlayan, partiler hakkında yüzeyselde olsa bir bilgisi olan ve hangi partiye oy vereceğini seçebilecek kadar bir altyapıya sahip birinin bu tümceyi sarfettikten sonra kalkıp mevcut iktidarı ve yerel yönetimi eleştirmesi ise bence kabul edilebilir bir davranış değildir. Tanıyın siyasal partileri, bakın parti başkanları nasıl kişiler, yerel yönetimlerdeki adayları neler yapmış neler yapmamış; sonra da o ve ya bu şekilde bir karara varın. Bu konuda bu kadar ısrarlıyım çünkü bu sağ sol meselesi değil, tamamen demokrasi ile ilgili bir sorun.


Eğer Türkiye'deki siyasal partileri tanımıyorsanız:
Türkiye'deki faal siyasi partiler listesi

Doğruluğu konusunda şüphem olmayan bir yazı: Beyn.org: Oy kullanmamanın zararı

Devamı var aslında...>>

26 Mart 2009 Perşembe

Facebook Test Tripleri

Yeter artık demek lazım! Bakalım kimin doğumgünü varmış, nerede organizasyon var diye sayfama ne zaman giriş yapsam baştan aşağı "hede hödö össyi kazanma ihtimalin testini çözdü %05 çıktı", "hede hödö kalbin ne renk testini çözdü mavi çıktı" gibi saçma sapan, hiçbir amaca hizmet etmeyen test haberleriyle karşılaşıyorum. Tamam isteyen istediğini yapsın ancak insanlar çok basit birşey bile yaparken yaptıklarının mantıklı olup olmadığını sorgulamalıdır. "Hangi müzik türüsün" testini çözen rock-metal müzik dinlerin ben dinlediğini anladığından şüphe ederim. Aynı şekilde "mutlu musun" diye test çözmek acaba insana mutluluğu konusunda nasıl bir ipucu verebilir? Mutluysan mutlusundur, hissedemiyor musun?

Birde dikkati çeken şey herkesin kendine yakıştırığı yaşam ile ilgili test sonuçları elde etmesi. Mesela özenti bir biçimde rock müzik dinleyen bir arkadaşın "hangi müzik aletisiniz" testinden elektro gitar çıkması bence rastlantı ya da gerçek değil. İnsanlar testleri çözerken "hımm evet ben böyleyim" diye değil "aslında böyle olsam çok daha havalı olurum" şeklinde çözüyorlar.

Birde "ulan o kadar metalciyiz dedik inanmadılar heralde, birde test sonucunu gözlerine sokayım" diyenler mevcut. Yoksa adam daha hangi tür müzik dinlediğini bilmiyor ve bu konuda teste başvuruyorsa sorunları var demektir. Bu sadece ve sadece insanlara kendilerini iyi anlatamayıp (ya da öyle düşünüp) "eheh bakın gitar çıktım" demektir.

Bunun yanı sıra faydalı testler yok mudur, bilmiyorum belki vardır ancak rastlamadım. Bu test furyası bir milletin nasıl birşeyin peşine takılıp sürüklenebileceğini gösteriyor ve ne yazık ki sürüklenenler gelecekte ülke yönetiminde söz sahibi olacak insanlar. Size tavsiyem, böyle aptalca testler çözmeyiniz, çözene mani olunuz. Saygılar.

Devamı var aslında...>>

22 Mart 2009 Pazar

Anket #1 - Yaşam Tarzını Sevdiğiniz On Yıl(lar)?


Tamam itiraf ediyorum, bu fikrin esas sahibi ben değildim. Yani bu anket yapıp sonuçları hakkında yorumlar yapmak fikrinin. Esas sahibinede teşekkür etmeden edemeyeceğim ama :)
Gelin sonuçları değerlendirelim. Okur kitlemin olmasını beklediğim gibi 70'ler hayranı olmasına sevindim çünkü nostaljik geçişleri sıklaştırmayı düşünüyorum. Eh madem 80'lerden eski 60'lardan beri istiyorsunuz, o halde daha çok 70'ler tarzına yakın, Türkiye ve Dünya gündeminde 70'lerde ne varsa onlara yer vermeye çalışacağım. 80'lerin ikinci sırayı kapmasına şaşamamalı, zira günümüzde 80'lere duyulan güçlü bir özlem var. Belkide daha da mekanikleşmeye (hatta elektronikleşmeye) başlamış bir dünyada cep telefonsuz, facebooksuz olmayı özlemişiz. 60'lar ve 90'ların bu kadar yakın çıkmasına şaşırdım diyebilirim aslında. Tahminimce 60'lar daha ağır basar diyordum anketi açarken çünkü gerek ülkemizde gerek yeryüzünde 60'lar hep sevilmiştir ve yeniliklerin, değişikliklerin ve eğlencenin dönemi olmuştur. Tabi hippileri unutmayalım.. 2000'leri seçen insanlarıda anlıyorum ancak aynı düşüneyi paylaşmadığımıda belirtmek isterim :)
Herkesin 2 seçenek hakkı vardı, bende seçeneklerimi 70'ler ve 80'lerden yana kullanmıştım. Bu yönde oy kullanmamın esas sebebi hiç yaşamadığım yıllarda yapılmış eserlerin ya da ortaya çıkan akımların şuanda hayatımda önemli bir yer tutması. Hepsini tek bir çatı altında toplayabilirizde: Müzik. İşte bu yüzden 70'ler ve 80'lerin yaşam tarzından tutunda hayata bakışına kadar birçok yönünü seviyorum.


Devamı var aslında...>>

19 Mart 2009 Perşembe

Kör Saatçi - Richard Dawkins


Kör Saatçi, Richard Dawkins'in 1986 yılında yayınladığı, evrim, evrimin anlaşılması ve karmaşık yapıların ortaya çıkışının evrimsel olarak açıklanabilirliği hakkında bir kitap. Türkiye'de Tübitak Yayınları tarafından ilk baskısı 1998 yılında gerçekleştirilmiş. Bende günün birinde ani bir kararla edindim bu kitabı aslında. O dönemler evrim konusunda ciddi eksikliğim vardı ve bir savunucusundan evrimi okumalıydım -evet savunucusundan okumalıydım çünkü epey karşıt görüş dinlemiştim o zamana kadar. Dawkins adı o zamana kadar sadece Tanrı Yanılgısı kitabının yazarı olarak kalmıştı aklıma; birde belki resmi sitesine olan ulaşımın yasaklanmış olmasından.


Kitabevinde bilim kitapları sırasına bakarken gözüme önce yazarının adı takıldı kitabın. Elime aldım, arkasındaki açıklamayı okudum ve almaya karar verdim. Bir yandan az önce bahsettiğim evrim konusundaki eksikliğimi gidereceğimi düşünüyordum, bir yandan da yansız görüşümün değişip değişemeyeceğini merak ediyordum. Ayrıca kitabın yazarının toplum içerisindeki konumu itibariyle kitabın hayli iddialı olduğunu kestirebiliyordum.


Kitabın dili tamda benim sevdiğim türden çıkınca ilk sayfalar oldukça hızlı şekilde eriyip gitti. Daha sonrasında araya giren etkenlerle kitap olması gerekenden daha uzun sürede bitsede bittiğinde "tamam" diyebildiğim kitaplar arasına girdi. Dili konusunda söylemek istediğim bir diğer faktörde Carl Sagan'ın diline yakın olduğu. Eğer Sagan kitaplarını -benim gibi- bir çırpıda okumuşsanız ve hala gözünüze takıldığında kitaplıktan alıp rastgele bir sayfasından açıp okuma ihtiyacı hissediyorsanız sanırım Kör Saatçi kitabının dili içinde bunları söyleyebilirsiniz. İçerik hakkında bahsetmek istediğim bir diğer şey anlatılmak istenen şeyin uygun başlıklar seçilerek güzel örnekler verilmesi. Göz ve yarasanın yön bulma organları hakkında verilen bilgiler gayet iyi seçilmiş örneğin.


Bu kitabın ardından evrimin gerçekliği hakkında kafamda çokta fazla soru işareti kaldığını iddia edemem. Derin bir konu olduğu için burada değinmeyeceğim. Bu kitabı evrim hakkında bilgi edinmek, savunanlar evrim derken neyi kastediyor bunu anlamak ve süreç nasıl işliyor bunu görebilmek isteyenlere önerdiğim kadar evrimin gerçekdışı olduğunu düşünenlere de öneriyorum. Çünkü birşeye karşı çıkmak için önce o şeyi iyi bilmek gerekir ve evrim karşıtları bu ne bunun benzeri kitaplar okuyarak iddialarının gerçekliğini gözden geçirebilirler.

Devamı var aslında...>>

13 Mart 2009 Cuma

Rainbow - I Surrender



Genelde neye alışmışızdır; ayrılıkla ilgili olan şarkılar yavaş olur, derinden gider, kulaktan çok zihne ve kalbe etki etmelidir. Örneğin Steelheart'ın She's Gone şarkısı tamda bu kıvamdadır ki Matijevic'in çığlıkları kulağınızı direk geçip kalbinize ulaşır. Hele ki sevdiğinizden yeni ayrılmışsanız.. Ancak Rainbow'un Difficult To Cure albümünde bize hediye ettiği I Surrender böyle değil. Olabildiğince hareketli, insanın içinde hoplama zıplama isteği yaratan bir şarkı(2009 yılına bu şarkıda zıplarken ve şarkıyı avazım çıkana kadar bağırarak söylerken girdim ve cidden çok eğlendim).

Grupların yaptıkları albümlerde, müziklerinde, sözlerinde ve duruşlarında her zaman dikkate değer şeyler vardır. Bunlar grubun duruşunu belirler biliyorsunuz. Rainbow'un en önemli elemanı (her ne kadar çok kaliteli elemanlar gruba dahil olup ayrılmışsa da) Ritchie Blackmore'dur. İşte bu yüzden Blackmore's Night olarak devam eder grup bir süre kariyerine. Aslında bir proje grubu sayılır en başta ancak Roger Glover, Ronnie J. Dio, Joe Lynn Turner ve Tom Rondinelli gibi isimlerin katkılarıyla Deep Purple ayarını yakalamıştır. Şarkınında bir duyguyu, o duygunun karşıtı bir tonda anlatabilmesinin ve o duyguyu herkese hissettirebilmesinin sırrı işte bu müzikal dehada yatıyor. Sadece Blackmore sağlamasada bunu en büyük pay tartışmasız ona ait kanımca.

Şarkıya dönecek olursam öncelikle şarkıyı dile getiren elemanın zamanın birinde bir eşeklik yaptığını anlıyorum. Eşeklik yapmakla kalmamışta, bir süre kendini haklı sanmış ya da böyle davranmış hatun kişi döner gelir diye. Ancak şu var ki hatun kişiler böyle numaraları yutmazlar. Bu durumda da hatun numarayı yutmuyor ve eleman dondobalak kalıyor. Aerosmith'in Crazy şarkısında gördüğümüz "Adamı mezarına gönderen bir tür aşk bu.." türünden bir yakınmayla başlıyor eleman "Tamam teslim oluyorum bebeğim, elindeyim, benle ne istersen yap" diye. Dahası eleman bu türden bir duyguyu ilk kez yaşıyor ve kendi başıma hallederim dese de fayda etmiyor. Şarkının nakaratı şu şekilde:

Teslim oluyorum, teslim oluyorum
Rol yapmayı bırakıyorum
Duyarlı ol, duyarlı ol canım
Sana gönderdiğim aşkı hissedemiyor musun?
Teslim oluyorum

Şarkıyı müzikal açıdan değerlendirdiğimde ilk dikkatimi çeken Joe Lynn Turner'ın muhteşem sesi oluyor sayın okurlar. Turner'ın grupla ilk albümü Difficult To Cure ve belki birazda Dio'dan sonra kendisini kanıtlama isteğiyle şarkıları çok iyi yorumluyor. Şarkıdaki inişleri çıkışlar tamda olması gerektiği gibi ve olması gerektiği yerlerde. "Don't take away this feel inside/I'm still in love with you" kısmı şarkının en vurucu yeriyse bunda -tamam Blackmore ve Glover'ında katkısı var ama- Turner'ın sesi birinci sebeptir. Şarkının solosuna baktığımda tam, %100, safkan bir Ritchie Blackmore solosu görüyorum ki mutluluktan uçuyorum (bir ayrılık şarkısında?). Akılda kalıcı bir solo olması sebebiyle okula giderken, ders çalışırken falan epey mırıldanırım. Birde pek bahsetmedim ama Glover'ın bass katkısı muhteşem. Arkada birisinin sürekli birşeyler yaptığını, bunun şarkının böylesine dolgun ve doyurucu olmasında etken oluşturduğunu biliyorsunuz.

Rock müziğin klasiklerinden olan bu şarkıya birçok "rock best of.." toplama albümlerinden ulaşabilirsiniz. Olmadı myspace'e bir bakın bakalım..

Bu da klibin youtube linki, ki youtube'a giremeyenler için ktunnel her zaman mevcut.



Devamı var aslında...>>

12 Mart 2009 Perşembe

Kitap Seçimi Yaparken




"Kitap okumak önemlidir" gibi bir kalıpla girmek istemiyordum açıkçası ama bu konuya yapılabilecek en iyi girişlerden birisi o. Her ne kadar ileride kitabın ne olduğundan haberi olmayan insanların yeryüzünde dolaşması sözkonusu olsa bile bugün bu kalıbı her sarfettiğimizde, her dost meclisinde gündeme geldiğinde kitapları biraz daha yaşatabileceğimize eminim. Bana göre ne tür kitap okunursa okunsun insana birşey katar (bu genelde pekte kabul gören birşey değil).

Bugün hakkında konuşmak istediğim mesele ise kitapların önemi, türleri gibi şeylerden ziyade bir insanın kitap seçimini bence nasıl yapması gerektiği. Tabiki ben büyük bir otorite, vazgeçilmez lider falan değilim ancak bu blog benim ve zaten var olma sebebi düşüncelerimi paylaşma isteğim :) Lafı fazla uzatmadan bir koşul getirmek istiyorum: her tür kitap okunmalıdır.

Bence kitap seçiminde en önemli etken o insanın hayatında kendine koyduğu hedeflerdir. "Hedefleri yoksa peki?" diyebilirsiniz. Hedefi olmayan kişilerin bu durumu çok uzun süre koruyamayacakları konusunda iddiaya girebilirim. Hedef konusuda aslında çok çeşitli görebildiğiniz üzere. Yükseklisans dalı seçiminden işinde yükselmeye kadar aslında hayatımızın birçok evresinde geleceğe dair planlarımız oluyor. Benim bu konuyu ele almamdaki esas etken şu sıralarda yükseklisans dal seçimime yönelik kitaplara ağırlık vermemdi zaten. Bir başka durumda örneğin fazla kilolarından şikayetçi birisi bunu piskolojik etkenlere bağlayan kitapları bir süre takip edebilir. Evrim konusunda meraklı ancak yeterli bilgiye sahip olmayan birisi ise teoriyi savunan ve karşı çıkan kitapları okuyarak sentez sonucu kafasında bir fikir oluşturabilir. Olay tamamen birşeyin kafaya takılmasında yatıyor aslında. Tarih merakıda olabilir bu ya da tamamen kurgusal şeylerde... Tabi bugünlerde kafasına birşey takılan insanların sayısı azınlıkta ve gittikçe de azalıyor.

Koşula dönmek istiyorum bu noktada. Tabiki herkes hedefe yönelik kitaplar okumalı yalnız bunu yaparken diğer türleride dışlamamalı. Sürekli aynı tür kitap okumak durumunda kalabilirsiniz eğer hedefe yönelik okuyorsanız, ancak böyle yapmamalısınız. Sürekli evrim hakkında kitap okuyan birisi durup bir Dünya ve ya Türk klasiği okumalıdır bence. Yeni çıkan kitaplara göz atmalı, bu sayede belki sadece hedefe yönelik okusa kaçırabileceği iyi yazarları kaçırmamalıdır. Zaten okumanın temelinde de bu yok mu? Biraz bilgilenmek biraz zevk... Dediklerimi toparlamam gerekirse her insan her tür kitap okumalı yalnız bunu yaparken hedefine yönelik kitaplara ağırlık vermelidir.

Devamı var aslında...>>

10 Mart 2009 Salı

Bilim Teknik'ten Darwin'e Sansür


Haberlerden takip etmişsinizdir, uzun uzadıya anlatmak istemiyorum. Bilim ve Teknik dergisinin Mart 2009 sayısı, İngiliz biyolog Charles Darwin'in 200'üncü doğum yılı ve 2009 Darwin yılı etkinlikleri kapsamında biliminsanını konu edinen bir kapak ile satışa çıkacaktı. Ne var ki Türkiye'de bağımsızlığının az çok koruyacağı ümit edilen TÜBİTAK siyasetin bilimin önüne nasıl geçeceğinin somut bir göstergesi olarak Darwin kapağını ve içerideki 12 sayfalık yazıyı kaldırdı. Bununla hızını alamayan yönetim derginin yayın yönetmeninide görevden aldı.

Eylül 2008'de İngiltere Kilisesi bile Darwin'den özür dilemişken laiklik kavramı anayasasında değiştirilemez maddeler kapsamında olan Türkiye'de hala evrime karşı bir nefret, Darwin'in adına bile bir tahammülsüzlük var. Dergiye gelen bazı mektuplar ise (Kanal D habere) göre derginin başına Harun Yahya'nın geçirilmesini ister yönelikte. 42 senedir çizgisinden çıkmayan, Türkiye'nin en buhranlı dönemlerinde dahi bilimsel ilerlemenin her zaman yanında olmuş Bilim ve Teknik dergisi ve TÜBİTAK'ın bile rayından çıkarılması Türkiye'nin ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğunun en elle tutulur kanıtıdır bence.

Bazı insanlar "oh iyi olmuş" diyebilirler. Bunu diyen insanlar evrim teorisi ile hemen hemen eşit derecede gerçek olan molekül orbital teoremi (teorisi) ya da Bohr atom teorisi hakkında çıkan yazılara ve teori sahiplerinin kişiliklerine bir nefret duymayanlardırda aynı zamanda. Bu nokta garip işte. Açıklaması "e insanın atası maymun diyor o ama" olamaz, hayır! Evrim hakkında en ufak birşey bilmeden onu karalamaya çalışanlar düştükleri komik durumların farkında dahi olmadan hayatlarına devam ediyorlar. Halbuki evrimi okuyup anlayıp itiraz etseler hem daha ciddiye alınır olacaklar hemde eminim ki daha fazla itiraz edecek nokta bulabilecekler.

Bu sadece derginin birinin başına gelmiş sansür olayı değil, bu direk olarak siyaset eliyle bilimin tarafsızlığının önüne geçilmesidir. Bu durum herkesin açık ne net bir biçimde gördüğü gibi laik devlet düzenine aykırı olarak atılmış bir adımdır. Buzdağının görünen kısmı bu sadece, kimbilir üniversitelerde bu ve benzeki konularda biliminsanlarının üzerindeki baskı nasıldır. Acaba bir biliminsanı Miller - Urey Deneyi*'ni rahatlıkla gerçekleştirebiliyor mudur Türkiye'de?

Boş sözler sarfediyorum ne yazık ki. NTV'nin Seçim Otobüsü programında iktidardaki partiyi canı gibi çok savunan adamı gördükten sonra birtakım insanların hayatlarını kontrol etme ve ona yön verme hakkını başka insanlara devrettiğini gördüm. Bu yazıları anlayan olacak, anlamayanda ama ikinci kesimin sayısı kesinlikle daha fazla olacak.

* Miller - Urey Deneyi: http://tr.wikipedia.org/wiki/Miller-Urey_Deneyi


Devamı var aslında...>>

6 Mart 2009 Cuma

Have You Ever Seen The Rain?

Cama bakan ben miydim, camdaki yansımam mı? Yalnızlığın bir kahve kokusuyla pekiştirildiği bu gecenin tek düşüncesi var aslında, sevilmek ya da sevilmemek. Yani sen ve ben... Su taneleri kadar berrak olan hayatımda var mıydı daha önce böyle bir pürüz? Soğuk dağlarda can pazarı yahut ölümle yaşam arasındaki çizgide yürürkende böyleydim ben; yalnız. Bıyıklarım terlerken kimse demedi ki bana olur böyle şeyler. Taşa takılan ayakların sahipleri, kıskanç düşünceler ve tuzu fazla gözyaşları dünyasının balçık kıvamlı maddesel içeriğinden sıyrılmak istiyorum ama nafile. Atomaltı kuvvetlerden bahsetmiyorum şapşal, kanıtlayamayacağım kuvvetler, itmeler çekmeler bunlar. Bilmek istiyorum beni ne böyle kıldı. Merak ediyorum, hiç yağmuru gördün mü?
Devamı var aslında...>>

4 Mart 2009 Çarşamba

Yer Var Mı Yeni Şeylere?

Hiç bilmediğin bir ülke mutfağının iyi bir restorantına, pek dinlemediğin bir müzik grubunun sürekli duyupta bir türlü edinemediğin albümüne, yüzmeyi bilmediğin halde denizcilik dergilerine, feci şekilde korksanda vizyona yeni giren korku filmine, teknolojiyle uzaktan yakından alakan olmamasına rağmen bilgisayar kullanmaya, gözünde büyüyen sonsuz pasaport işlemlerine karşın İspanya tatiline...

yerin var mı hayatında, yeni şeylere? Olsa gerek.

Uzun seneler belki farkında olarak, belkide tamamen bilinçsiz bir kabuk oluşturdun kendine. O senin tarzındı, özgün ya da çalıntıda olsa ona göre yaşardın. Mutluydun ta ki o güne kadar... Seni o restorana götüren şeyin ne olduğunu kimse bilmeyecek ama çıktığında duyduğun mutluluğu herkesle paylaştın. Sonunda kavuştun albüme, nasıldı? Beğendin biliyorum. Denizleri her zaman sevdin. İlkokulda hep deniz resimleri yapardın çünkü hiç gitmedin denize; özlemin vardı. Yüzme bilmiyorsun ama denizi nasıl seveceğini en iyi bilenlerdensin. Arkadaşların kolundan çekiştire çekiştire götürdüler filme de kendine gülerek çıkmadın mı? Korktun ama çıktığında mutluydun (geceyi bekle sen...). Zeki bir öğrenciydin ama yoktu senin zamanında bilgisayarlar, öğrendin ve artık işlerini kolaylaştırmayı başardın. İspanya'da sıcak bir yaz gecesi için karları yalayan soğuk rüzgârda bekledin, soğuk Ankara sokaklarında. Değmedi mi?

Kabukları fazla kırmaya gerek yok, sadece küçük kaçamaklar bunlar ;)
Devamı var aslında...>>