26 Kasım 2008 Çarşamba

Müziğe İlk Adımlar

Sonunda müzik kariyerim başlıyor :) Aslında müziğe ilk adımlarım değil bunlar, zira yaklaşık 5 sene kadar önce akustik gitarda birşeyler öğrenmiş sonra biraz oradan biraz buradan görerek durumu pekiştirmiştim. Buna karşın toplamda gitar elimde geçirdiğim saat sayısı 24 değildir. Cidden öyle. Bazı günler 10 dakika, en fazla 30. Ancak bu sefer durum değişecek sanırım çünkü bu gitar benim, asıl hedefim olan şey.


Birçokları "Neden bas gitar?" dendiğinde mırın kırın edip sonunda "E.. bir grupta çalmak için" der. Benimde hedefim farklı değil aslında ama çıkış noktam biraz değişik. Bana bas gitarı ilk sevdiren kişi Lemmy Kilmister'dır. Motörhead grubunun bas/vokalisti olan bu zatı muhteremi yabancı bir müzik kanalında görmüştüm ve duruşunun yanı sıra çaldığı alet ve o aletten çıkan ses beni etkilemişti. Daha sonrasında favori grubum Manowar'u daha iyi araştırmaya başladığım zamanlarda gördüm ki grubun beyni bas gitarist Joey DeMaio ve adam bas gitarı elektro gitar gibi çalıyor. Öyle ki Manowar'un ikinci bir gitariste ihtiyacı yok. Bu nedenler zaten kafama bas gitar fikrini sokmuşken birde çevremde gitardan anlayan, birtakım gruplarda çalan insanlarda doluşunca bir bas gitar edinme fikri kaçınılmaz oldu.


Bu dönem sıkıntılı oldu biraz. Çünkü ailemin bana bir bas gitar alacak kadar durumu yok. Bu olasılığı eledikten sonra geriye kalan seçenekler: çalışıp para biriktirmek ve beklemekti. Ben bekledim bir süre, bu sırada rock-metal müziği öğrenmeye çalıştım, felsefesini kavramak istedim. Sonraları çalışmaya niyetlendiysemde öss olsun, okul olsun bir türlü izin vermedi. Müzik tek amacım değil ve ders çalışmam şarttı çünkü. Sonunda, bundan yaklaşık 3 ay kadar önce beynimde bir ampul yandı: neden aldığım öğrenim kredisiyle gitar almıyordum ki? Bir şekilde taksitlendirip 160 liralık öğrenime uydurabilirdim tabi ki. Heyecanla gitar bakıyordum. Günlerden birgün Planet Müzik'e gittim en yakın arkadaşımla. Slammer marka bas gitara baktık, arkadaşım gitardan anladığı için onun tavsiyesini dinleyip Slammer'ı kafama koydum. Başka başka dükkanlara da baktım ama Slammer olmuştu bir kez. Tam herşeyi ayarlamışken yüce insan Ercü Abi "Para biriktirip al, taksit iyi birşey değil, hem anlamlı olsun gitarın" dedi. Aaggh... Vazgeçtim yine almaktan. Şans eseri bu furyanın etkisi kısa sürdü ve tekrar Slammer'a göz atmak için Planet'e gittim, bir hafta sonra da (bugün!) gitarı pazar sabahları dostum yapacak işlemi tamamladım. Tabi işlem için Ebruma ve farkında olmayan abisine teşekkürler! Şimdi düşünüyorumda, ailemin bana bir gitar almasından daha iyi oldu bu şekilde almam.




Bilgisayar girişi ayarlayıp kaliteli bir program bulunca yavaş yavaş çalışmalarımı paylaşacağım :) Bitirirken Sons Of Rock - Slowhand Calling'ten kısa bir bölüm yazmak istiyorum, iyi günler!

Hadi, sadece gitar ve sen
Sahnede parlayan tek yıldız sensin
Kalabalık yavaşça alkışlayarak katılıyor
İzin ver duymalarına, izin, Slowhand Çağrısı'nı

Devamı var aslında...>>

9 Kasım 2008 Pazar

Ardıç Kitabevi



Ardıç Kitabevi, son zamanlarda en sık gittiğim yerlerden birisi. Yüksel Caddesine bakan tabelasında gördüğüm "sahaf" ibaresi beni ve kızarkadaşımı oraya çekmişti vakti zamanında. 2. katta bulunan Ardıç'a girdiğinizde sizi sol kenarında küçük bir kitaplığın olduğu kısa ve dar bir koridor karşılıyor. Mekan 2 odadan oluşmakta, ilki az önce bahsettiğim koridorun hemen karşısında, diğerine oranla küçük bir oda. Diğeri ise koridorun sonundan sağa dönünce. Esas yerde burası aslında çünkü büyük kitaplıklar burada yer alıyor. Büyük odadan bir resim göstermek gerekirse:


Bir mekanda öncelikli olarak ilgilendiğim yiyecek içecek kısmına gelelim :) Yiyecek seçenekleri bazlamada tostlardan sandviçlere kadar geniş yelpazede; hem ucuz hemde doyurucu. İçeceklerde ise daha geniş bir çeşitlilik görüyoruz; eğer bir bitki çayı müdavimiyseniz her gittiğinizde deneyebileceğiniz yeni bir tad bulabilirsiniz. Ben kendi özel kombomdan bahsedeyim: İngiliz keki + nescafe... İngiliz keki ve içindeki çikolata sos, kahvenin içinde eriyip giderken... ehem neyse.

Sonuç olarak en azından gidilip görülesi bir yer Ardıç Kitabevi. Kitap çeşitleri bol, fiyatlar uygun, yiyecek-içecekler bağımlılık yaratıcı... daha ne olabilir ki?

Adres: Yüksel Caddesi, 8/10 Kızılay Ankara

İletişim: Facebook adresi


Devamı var aslında...>>

7 Kasım 2008 Cuma

Nefret Ettiğiniz Kişi Tek Okurunuzsa?

Ehe benim blogda öyle bir sorun yokta, bugün otobüste giderken öyle aptal aptal bu konuyu düşündüm nedense. Çok güzel bir blog açmışsınız, yazılarınız tam istediğiniz kıvamda gidiyor. Birde bakıyorsunuz her yazıya aynı kişi yorum yapmış. Kişinin kim olduğunu farkedince -ki kendini yazılarından belli eder- yıkılıyorsunuz... O sizin en nefret ettiğiniz insan!

Bilerek ismini cismini saklar heralde, şöyle işletelim eğlenelim moduna giren tipler vardır ya... Karşılaştığınızda falan sırıtır, yazdığınız yazılardan göndermeler yapar. Ortamda "abi o konuda ben şöyle düşünüyorum" diyerek fikrinizi çalar, ardından size dönüp kıskıs güler. Eğer arkadaş sürekli görüşmek zorunda olduğunuz biriyse -iş yerinden, okuldan ya da en kötüsü aileden- başınız dertte demektir. Başkalarına yazılarınızı anlatarak dalga geçmesi bir yana, insanlarda onun çoşkusuna kapılıp sizinle dalga geçmeye başlarlar. "Oo abi blokçu olmuşuz ne ayak", "Entel dantel hee eheh" gibi yorumlarıda düşünürsek, nefret edilen kişinin blogun tek okuru olması, blog kapatma sebebidir. Sinir harbidir. Sınavdır.

Dinledim ki: White Lion - Don't Give Up (yazıyla alakalıda olmuş yeni farkettim)
Devamı var aslında...>>

6 Kasım 2008 Perşembe

Myspace Tripleri

Myspace iyi hoşta, bazıları takılınca kopamıyor. Yeni kaliteli grupları keşfetmek yerine "daha çok arkadaş toplucam" ya da "bir sevgili bulayım!" diyince olmuyor malesef. İşte iki örnek:

Kız annesiyle tartışıyor myspace hakkında, küçük kardeşide videoyu yorumlarıyla süsleyip çekiyor. Aileye bak lan?! .. in the butt! :D

http://www.todaysbigthing.com/2008/04/15

Bu video ise bir klasik bence. Büyük kardeşler ufak kardeşlerinin myspace bağımlılığı hakkında bir belgesel hazırlıyorlar. Kulaklık takıyorsanız kalıcı duyma hasarı verebilir, ona göre.

http://www.todaysbigthing.com/2008/02/21
Devamı var aslında...>>

Sons Of Rock

Please, please.. Just keep on rocking on. Keep on rolling..



Günlerden bir gün Creedence Clearwater Revival'ın Proud Mary isimli şarkısının videosunu YouTube'dan ararken rastlamıştım Sons Of Rock'a. Proud Mary'i güzel çalmışlardı gerçekten (Leonardo Da Vinci Lisesi, vay be). Ardından aynı konserde çaldıkları kendi şarkılarınıda beğendim ve verilen myspace linkine tıklayarak grubu yakından tanımaya çalıştım.

İspanya'nın Madrid kentinden dünyaya gelen Sons Of Rock ilk zamanlar üç kişiydi. Bir gitarist, bir basçı ve birde bateristten oluşan bu kadro Keep On Rolling, My Name Is Lucille, Sons Of Rock ve Born To Be The Boss şarkılarını bestelemişti. O zamanlardan myspace üzerinden yazışmaya başladık. Sanırım Türkiye gibi (İspanyol bir gruba göre) doğu bir ülkeden birinin çıkıp "İyi şarkılar yazmışsınız" demeleri onları epey şaşırttı ilk başta. Ben ise o sıralar yeni nesil müzisyenlerden iyice ümidi kesmiştim ki Sons Of Rock kaliteli müziğin hala yapılabildiğini gösterdi.

2 Şubat tarihinde Emerganza Müzik yarışmasında gösterdikleri başarıyla göz doldurdular ve hemen ardından internet üzerinden yapılan ankette birinci olarak Rock In Rio'da çalmaya hak kazandılar. İspanya'nın prestijli gazetelerinden El Pais röportajında zatı-alimden bile bahsettiler sağolsunlar. Dayanamadılar, ilk EP'leri Sons Of Rock'ın imzalı bir kopyasını göndererek bizleri müteşekkiriyat sınırına taşıdılar. Sonraları epey uzun bir süre sesleri çıkmadı. Basçının Texas'a gitmesi, bateristinde kişisel durumları sebebiyle çalışamadılar. Sanırım bu süre zarfında grubun beyni, gitarist Alba boş durmadı, barlarda Alba & Friends diye bir grupla sahne aldı. Sessizlik basçı ve bateristin gruptan ayrılması ve yeni basçı-bateristin yanı sıra gruba 2. gitaristin katılmasıyla bozuldu. Gitarist Alba'ya Rafa gitarıyla destek olurken baterist Lete ve basçı Jose grubun altyapısını oluşturuyorlar.

Ve Rock In Rio... Eski kadroyla bestelenmiş 4 şarkının yanında Police At My Door, Knockin' Hell's Door, Just The King ve Slowhand Calling isimli 4 yeni şarkı daha seyircilerin beğenisine sunuldu (ben ilk kez dinlemiştim, ben bile ilk kez dinlemişsem muhtemelen herkes ilk kez dinlemiştir). 4 yeni şarkıda görüldü ki Sons of Rock iyi bir amatör gruptan umut vadeden profesyonel bir grup olmaya adım atmıştı. Gitarlardaki geçişlerin yanı sıra bas-bateri uyumu Rock In Rio'yu grubun tarihindeki altın bir sayfa yaptı. Grup Rock In Rio'nun hemen ertesinde Beatless'ı besteledi.

Elemanlardan bahsetmek gerekirse, yukarıda da bahsettiğim gibi Alba grubun beyni, baş söz yazarı ve bestecisi. Yetenekli bir gitarist olarak göze çarpıyor ve kızlar rock yapamaz tezini çürütüyor. Omzunun üzerinde gitar çalarken görebilirsiniz. Rafa 2. gitarist olarak epey iyi göründü Rock In Rio'da. Alba gibi O da çok yetenekli ve grubun geleceğinde kuşkusuz söz sahibi olacak. Aynı zamanda son bestelenen 5 şarkıda emeği olduğu aşikar. Lete iyi bir baterist, hatta bana göre Sons Of Rock aradığı bateristi bulmuş. Vuruşları ve tekniği yaptıkları müziğe tamamen uygun. Jose ise özellikle dikkat ettiğim bir eleman (benimde basçı olmamdan kaynaklanan bir durum :) ), sahnede güçlü görünüyor ve Lete ile beraber iyi bir ikili oluşturuyor. Son haliyle Sons Of Rock rüştünü ispatlamış vaziyette.



Sons Of Rock'a ulaşabileceğiniz adresler:

Resmi Site

Myspace Sayfası (grubun resimleri yanı sıra 6 şarkısını dinleyebilirsiniz.)

Not: Resimleri görünce "hayırdır inşallah" dediniz biliyorum ama bundan sonra resim kullanmaya karar verdim :)


Devamı var aslında...>>

5 Kasım 2008 Çarşamba

Gerçeğe Giden Yol - Bölüm 1: İlk Yıllar

Astronomi ve Bilim Adamları... Evet bu iki kitaptı kafama dank edip hayatımı değiştiren. Halbuki daha okumayı yazmayı adam gibi yeni öğrenmiştim, sadece haddinden fazla meraklı bir çocuktum. Siz "Tamam Mustafa saçmalama, bloguda kapat yeter artık" demeden açıklayayım efendim.

Sıradan sakin bir günde dayımlar bana kitap hediye etmişti. Yukarıda deli danalar gibi adını zikrettiklerimde onlardır. İki kitapta Tübitak Yayınları'nın çocuk serisine aitti ve şansıma tamda yaşıma hitap edecek düzeydeydi. Dayımların neden böylesi kitapları bana aldıklarını düşünüyorumda, o sıralarda ansiklopedi okumaya başlamıştım ve ta beş yaşımdan beri benim en iyi oyuncağım bir hayvan ansiklopedisiydi.

Önce astronomi... Gezegen, gökada, Güneş, Dünya derken birde bakmıştım ki zamanın popüler yarışma programı "Kim Beşyüz Milyar İster?"deki astronomi sorularını kaçırmıyordum. Aynı zamanda ortaokul ve lisede en paspal şekliyle öğretilen astronomi o kadar kolay geliyordu ki canım sıkılıyordu. Diğer kitap Bilim Adamları ise çok basit olmasına rağmen her yaş grubu insan için çok yararlı bir bilim tarihi kitabı. Hint, Mısır ve Antik Yunan'da bilimden başlayıp 20. yüzyıl atom kuramlarına kadar çok genel bir tarihi ele alırken, bunu o kadar güzel anlatıyor ki vakti zamanında kitabı tam anlamıyla sömürüyordum. Yaşıtlarım sokakta aslanlar gibi top oynarken ben evde bu iki kitabı ve daha sonra parabolik bir hızla sayıları artan diğer Tübitak kitaplarını okuyordum.

İşte bugün Temel Kimya dersimize giren Hasan Hoca'nın küçük laboratuarını görünce aklımdan bunlar geçti. Bir diğer yazımda daha sonra olanlardan bahsedeceğim. İyi günler!

Not: Asla asosyal bir çocuk olmadım, sadece kitaplara çok kaptırdım kendimi; gözlüklü sünepe bir tip değilim yani :)
Devamı var aslında...>>

2 Kasım 2008 Pazar

Kişisel Yazın Özeleştiri -1-

Belli araklıklarla özeleştiri yapma fikri geldi aklıma bugün, gelmişken uygulayayım dedim.

Öncelikle -sabredip her yazıyı okuyanlar farketmiştir- ilk yazılar daha çok kendim ve yaşantım hakkındayken, yani bir nevi günlük gibi giderken sonraları ansiklopedik dili kullanarak düşüncelerime önem vermişim. Son yazımda biraz dili hafifletsemde öncesindeki zıtlık garip göründü bana :)

Bundan önceki temam klasik blogger minimalist temaydı, sade ama sıkıcıydı. Değiştirdim rahatladım. Ama rahatlama değişimden mi oldu, yoksa sancılı değişim işleminin (kodlarrr...) bitmesinden miydi emin değilim.

Bunun haricinde yazılarım sıkıcı geliyor bana biraz. Yani okuyucu çekmek için birkaç yazı yazardım, belkide yazardım o sorun değil; asıl sorun yazıların dilinde gibi geldi bana. Ağır gibi, sıkıcı. Bilmiyorum, zevkli yazmaya çalışmam ama en azından dikkatli olabilirim önümüzdeki yazılarda.

Son yazılarda etikette kullanmamışız, bunda da kullanmıyoruz. Kullansak iyi olur dimi?

Kesinlikle blog hakkında birşey öğrenmeliyim; rssdir, google analyticstir hiçbirşey bilmiyorum.

Birde normal yazıların haricinde yazı dizileri ya da
bu blogda yapıldığı gibi okuyucularla güzel vidyoları ve ya okuduğum bloglardaki beğendiğim yazıları paylaşabilirim. Bakalım bu konuda düşünmek gerek.

Yazdığım yazıların altına, yazarken dinlediğim şarkıları yazmak istiyorum artık!

Resmimi değiştirdim farkeden var mı..

Son olarak yazdığım hikayeleri paylaşayım diyorum ancak onlar çok uzun, bunun için "devamı için.." etiketini öğrenmem gerek. Belkide rapidshare gibi bir siteye yönlendiririz. Ne kadar çok soru işareti varmış kafamda yazarken ortaya çıkıyor. Herneyse, iyi günler!

Dinledi ki: Mike Tramp - Heart Of Every Woman, White Lion - Little Fighter
Devamı var aslında...>>

1 Kasım 2008 Cumartesi

Ankara'da Otobüse Binerken Dikkat!

Başlığa bakıp "şu şu tarihten itibaren Ankara Ego işletmesi..." gibi bir haber vereceğim sanmayın :) Bugün size Ankara'da belediye otobüsüne binmek kavramı ve binerken nelere dikkat edeceğinizden bahsetmek istiyorum çünkü eğer bu konuda bir bilginiz yoksa otobüste sinir krizi geçirirsiniz :) Öncelikle güzelim(?) Ankaramızdaki otobüs çeşitlerinden başlayalım. Ankara'da iki tip belediye otobüsü mevcuttur: Macar yapımı Ikaruslar ve Alamancı olduğunu tahmin ettiğim Man'lar.

Ikaruslar Macaristan'ın bağırından kopup gelen mültecilerdir. Yunan mitolojisindeki Ikarusla hiçbiiir alakaları olmamakla beraber Ankaramıza 1989-1995 yılları arasında giriş yapmışlardır. Kışın soğuk yazın serin olmalarının sebebi, camları kapansa bile heryerinden hava girmesidir ki otobüsün içinde rüzgar eser (yani bu bir başarı bence). Boş gelmesine sevinmeyeceğiniz bir otobüs Ikarus, içinde insan olunca ısınıyor biraz. Son olarak, bir rivayete göre Eryaman - Batıkent seferindeki bir Ikarus'un körüğünden sonraki kısım artık bu işkenceye dayanamayıp kopmuş ve yan devrilmiştir. Manlar ise üstün Alaman teknolocisinin eserleridirler. Sessiz, sakin, sallanmadan giden otobüslerdir. Eğer bir Man'dan daha iyi birşey varsa o da iki Man'dır zira Man'lar hep ağzına kadar dolu olduğundan en azından diğer arabanın kapı ağzına sıkışabilirsiniz :)

Araba alacak parası olmayan (arabası olsa da benzin koyamayan) dar gelirli vatandaşın can simididir Ego otobüsleri. Yazının asıl sebebi olan "dikkat edilecek hususlar" kısmı daha otobüse binmeden başlıyor :) Efendim bazı duraklarda hiç sıra olmaz, ilk atlayan biner (örneğin evimin yanındki durak). İlk başlarda çok otobüs kaçırdım ama sonralarında nasıl rol yapıldığını öğrenip işin çakalı oldum! Herneyse sıra varsa bile bir sorun oluyor çünkü bazen sırada iki kuyruk oluyor (ekran başındakilerin afallama sesleri eşliğinde..). Kızılaydan bindiğim durak aynen böyle bir yerdir ve her zaman kavga çıkar, istisnasız her zaman :) Hele birde her kuyrukta zeki bir amca çıkıp işi halletmeye çalıştı mı yarım saat otobüse binemiyorum...

Otobüse şans eseri bindiniz diyelim. Baktınız oturacak yer yok, hemen arkaya ilerleyin (böyle yapmayanlarla aramda soğuk rüzgarlar estiriyorum otobüslerde). Tutunabileceğiniz bir yerde varsa tamam. Bir yer boşalırsa sakın sağa sola bakmayın, oturun. Bir Keçiörenli olarak yaşadığım 19 yılda şunu öğrendim ki eğer bir fırsatınız varsa, o son fırsatınızdır! Oturun abi, sonra bakın yaşlı teyze amca mı var bebelik kadın mı var diye, kalkar yer verirsiniz.

Son olarak otobüse binen şahıs şu sözlere alışık olmalıdır:
"Bir iki adım lütfen.."
"Arkalar bomboş .... (halbuki arkada santimetreküp başına 4 insan düşüyor)"
"Veriyonuz Meliii Gökçee oyları, böyle oluyor sonra! (ertesi günkü seçimlerde adı geçen şahıs %50 ile belediye başkanlığını sürdürür)"

Bundan sonraki belediye otobüsleri yazımın başlığı "Yaşlı İnsan ve Belediye Otobüsü" olacak sanırım, esen kalın arkalara ilerleyin ilerletin :)
Devamı var aslında...>>